24 Haziran 2010 Perşembe

Örnek MUHTAR çalışıyor...

Akçaabat Doğanköy Beldesi Muhtarı Bitti YAZICI, kene ve karasineğe karşı mücadele başlattı.

Muhtar Bitti YAZICI:
"Bu yıl yaylalarımızda karasinek ve kenelerin arttığı gözlenmektedir.

Vatandaşlarımızın karasinek ve kenenin hayvanlarımızı rahatsız ettiğini bildirmesi üzerine Akçaabat İlçe Tarım Müdürlüğüne müracaatta bulunduk. İlçe Tarım Müdürlüğü Teşkilatı talebimizi uygun görerek, harekete geçti. İlçe Tarım Müdürü İbrahim NEZİR, 2 Veteriner Hekim görevlendirdi.

Veteriner Hekimlerle birlikte yaylamıza çıkarak, halkımızın yaylada barındırdığı hayvanları ilaçladık. Ayrıca Veteriner Hekimlerimiz kene konusunda halkımızı da bilgilendirdiler.


Akçaabat Doğanköy Beldesi halkı adına İlçe Tarım Müdürümüz Sayın İbrahim NEZİR’e ve Veteriner Hekim arkadaşlara teşekkürlerimi sunuyorum" dedi.

Halkın sesine kulak vermesi, örnek çalışmaları ve gösterdikleri gayretler nedeniyle Doğanköy Beldesi Muhtarı Sayın Bitti YAZICI’yı kutluyor, Akçaabat İlçe Tarım Müdürü Sayın İbrahim NEZİR’e ve Veteriner Hekimlerimize teşekkür ediyoruz...

“Halka hizmet, Hakk'a hizmettir” ilkesini dikkate alarak, diğer bütün yöneticilerimizin de muhtarımız gibi özverili çalışmasını can-ı gönülden diliyor, onların da haberlerini yapmak istiyoruz.

Haber & Foto : Mustafa Türkyılmaz

ŞİMDİ YAYLA ZAMANI: HAYDEN YAYLAYA…

Türkiye’m, Cennet Vatan Türkiye’m: bir yeryüzü cenneti… Hele de Karadeniz Bölgesi… Ve hele de Doğu Karadeniz Kesimi… Dağları, bayırları, vadileri, ovaları, akarsuları, pınarları, ormanları, renk renk çiçekleri, ağaçları, bağları… Hele de Trabzon… Dünya Cenneti sanki…




Yaz ayları gelince ağaçlara nasıl su yürüyorsa, insanlarda da bir canlılık görülür. 80’lik nineler ve dedeler, yürümekten, halsizlikten, eklem ve romatizma ağrılarından şikâyeti olanlar, ahlayıp, puflamaları sanki unutmuş gibi olurlar yaylaları görünce… Gönüllerde sanki bahar gülleri açar. Yüzlere gülücükler olarak, güller gibi güzelleşir. Hele de mezere ve yaylaları görünce insanlar daha geç niye doğmadım der gibi yüreklerinden neşe fışkırır adeta…

Doğanköy Beldemiz, Akçaabat’a bağlı şipşirin bir belde… Merkez ve ona bağlı mezere ve yaylalar, vazgeçilmezlerimiz. Göç zamanları, yaylalara çıkarken de dönerken de bambaşkadır. Temiz havanın insan ciğerlerini bütünüyle doldurduğu, engin manzaranın insana verdiği huzur, dağ, dere ve tepelerde büyüyen rengârenk çiçekler, türlü türlü renk ve tonlarda açan yapraklar, yeşilin tonlarıyla bezenmiş ağaç, çimen ve yeşillikler, uçuşan rengârenk kelebek, böcekler ve kuşlar adeta insanı büyüler. Yazın sumaklar, sarıçiçekler, güzün var-git çiçekleri insanı duygu seline kaptırır. Kırlarda, otlaklarda, pınar başlarında dolaşan inekler, koyunlar kuzular, peşlerinde dolaşan büyüklü küçüklü çobanlar, onların oyun ve bağrışmaları insanları bir başka dünyaya taşır.

Peki, bu güzel yaylalarımızı yeterince değerlendiriyor, yaylarımızdan layıkıyla yaralanabiliyor muyuz? Bu yaratılmış yeryüzü nimet ve cennetlerini maalesef hor kullanıyoruz. Ağaçlarını rastgele kesiyor, kırıyor, yakıyor, yaylaların düzenini kendi ellerimizle yok ediyor, kesilen ağaç ve fidanların yerine yenisini dikmiyoruz. Eski ormanların yerinde şimdi yeller esiyor. Artık yaylalarda ya tüp kullanıyor ya da bir kucak çalı için ta kilometrelerce uzaklara gitmek zorunda kalkıyoruz. Hâlbuki ormanlarımızı mantıklı kullanmış olsaydık, hemen yanı başımızda olacak olan ormanlardan azami şekilde yaralanabilecektik.

Ya inşaatlarda kullanmak üzere bilinçsizce kesilen ağaçlar bugün ormanlarımızı yok olma noktasına getirmiştir. Yüce Allah tarafından insana bahşedilen yeryüzü cennetleri yok edilip gidiyor. Gurbetlerden gelenler ne düşünür, bilemem. Ama uzaklardan bakıldığında; fotoğraflarından da daha güzel bir şaheser tablo ile hem de canlı bir tablo ile karşı karşıya kalmaktan dolayı, içimiz sevinçle dolar. Yaylaların ve ormanlarının barındırdığı kuşların ve böceklerinin sesleri, huzurlu yaşamın ilk işaretleridir.

Bir ülkenin kalkınması için gerekli kaynakları vardır. Bunların başında turizm gelmektedir. Beldemizin yaylalarını gezmeye gittiğimizde; o beldenin korunmuş Allah vergisi coğrafi güzelliklerini, kaynaklarını ve yerel mimari ve kültürel değerlerini, beldemize kattığı özel farklılıkları görür, yaşar ve etkileniriz. Bu güzelliklerden ve yaşadıklarımızdan ayrılırken, sanki eksik bir şeyler kalmış duygusuyla, bu yörelere tekrar, tekrar gelmek isteriz...

Öncelikle, Belde sakinleri olarak, turizmden önce Tarım Müdürlüklerinin ve Orman Bölge Müdürlüklerinin denetiminde yaylalarımıza bol miktarda meyve ve çeşitli ağaç ve kültür bitkileri dikmeliyiz. Evlerin etrafında çiçek bahçeleri oluşturmalıyız. Böylece ancak Avrupai anlamda ünlü bir belde olabiliriz. Beldemiz ve yayla yol kenarlarına, yaz kış yeşil olan ve de çok büyümeyen ağaçları dikmeliyiz. Artık Allah’ın bizlere ikramı olan bu nimeti en iyi şekilde kullanmak ve korumak için çaba harcamalıyız. Yaylalarımızı kuru birer yayla olmaktan çıkarmalıyız. Sadece yazları yaylalardan faydalanan değil, yaz kış yararlanacak şekilde yayla kentleri oluşturmalıyız.

Tabi yaylalarımızı beton yığınları haline getirip, yüksek bina yapmaktan, betonları yığmaktan ve ilkellikten kurtarmalıyız. Yol kenarlarına aydınlatma direkleri konulmalı, kuşların yuva yapmaları için hazır yuvalar alıp, onları buralara çekmenin ve yaylaların özelliklerini bozmadan huzurlu yaşam ortamları oluşturmalıyız. Aksi halde yaylalarımızı başkalaştırmanın hiç kimseye faydası olmaz.

Dünyada sağlıklı yaşam ve sağlıklı yeni nesiller için gelecek nesillerini düşünen ülkeleri örnek almalıyız. Tabii sadece eskiyi koruyarak, yaylalarımızı korumuş sayılamayız. Yaylalarımız elden çıkmadan şimdiden en iyi şekilde planlamalıyız. İnşaat ve peyzaj malzemelerindeki son yıllardaki gelişmelere rağmen, yapıların mimarilerinin birbirinin taklidi olmamasına ve yaylaları çirkinleştirmemesine, çevre bilinciyle çok dikkat etmeliyiz.

Bu amaçla Trabzon valiliğinin bu konuda birçok projesi bulunmaktadır. Onlardan yararlanmalıyız. Evsel çöpleri gelişi güzel etrafa saçmamalı, onları belediye ekiplerine teslim ederek, yaylalarımızı kirletmekten şiddetle kaçınmalıyız. Kanalizasyon ağları yapılana kadar fosseptikleri itinalı düzenlemeli, çevremize zarar vermemeliyiz.

Yaylarımız ve yayla turizmimiz canlanmalı. Bu işlem yeterince değerlendirildiğinde yeni kazanç kapıları açılır ki, birçok işsizimize ekmek kapısı olması mümkündür.

Turizm kentlerimiz için her zaman söylenen bir ortak söz vardır. "Dışa açılan pencerelerimiz" diye… Yaylalarımız da dışa açılan pencerelerimiz olabilir. Yeter ki, işin bilincinde olalım. Yöresel mimarimiz de ahşap ve taş işçiliği ile meşhur olan bölgemizde yeniden bir canlanma sağlar.

Yemek kültürümüz de bölgemiz, için büyük bir kazanımdır. Yayla turizminin yaygınlaşması belki de, Türk insanının uluslararası alanda saygınlığının artmasına, belki örnek mimari de uluslararası bir talebin oluşturulmasına vesile olacaktır.

Yaylalarda, yöremize özgü yapılar teşvik edilmeli, yakışmayan hiç bir elbisenin yaylalarımıza giydirilmesine müsaade edilmemelidir.
Sürekli Dünyaya kendimizi anlatamamaktan şikâyetçiyizdir. Yayla kültürümüzde oluşacak olumlu gelişmeler dünyayı ayağımıza getirir.

Yaylalarımıza ve Karadeniz bölgemize ve dolaysıyla yöremize dünyanın cenneti diyorlar. Dünyada bu kadar değer taşıyan yöremiz, beldemiz ile ilgili tüm kararları, projeleri, fikirleri sadece yerel yöneticilerine bırakan, bu beldede ve yörede gelip yaşamış olan ya da yaşamakta olan herkesin; bu yöreye borçlu olduğunu ve de yapılan ya da yapılacak yanlışlardan sorumlu olduğunu düşünüyoruz.

İnsan beldesini, yöresini seviyorsa korumalı, yanlış yapılmasına seyirci kalmamalı. Neme lazımcılık yapmaktan kesinlikle kaçınmalı. Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için düsturu asla akıldan çıkarılmamalı. Yaylada yeri yurdu olanlar da olmayanlar da gelecek nesillere sağlıklı yaşam ortamları bırakabilmek için el birliği yapmalı.

Gidebiliyor ya da gidemiyor olsak da bu yöre hepimizin. Daha doğru ifade ile gelecek nesillerimizindir.

Evet, beldemizden, yaylalarımızdan uzaklarda kalanlar, uzun bir süredir yaylalara çıkamayanlar, yaylaların suyuna, havasına, manzarasına, bir gece de olsa serin serin konaklamasına hasret kalan Gurbetçi Dostlar; uzun söze ne hacet… Şimdi yayla yapmanın tam zamanı: HAYDEN YAYLAYA…

Araştırmacı Yazar
Muhammet YAVRUOĞLU

FOTOĞRAFLAR:
Mustafa TÜRKYILMAZ









KUTLAMA!

Sevgili Muhammet YAVRUOĞLU

Nihayet,

TRABZON JURNAL

GOOGLE 

den yayına başladı.

HAYIRLI OLSUN.

Saygı ve Sevgilerimle...


Harun YAVRUOĞLU

TRABZON KARİKATÜRCÜLER ve
MİZAHÇILAR DERNEĞİ BAŞKANI

23 HAZİRAN 2010

'TRABZON JURNAL' DENEME YAYINI

GÜNÜN FIKRASI 

POLİTİKA

Çocuk babasına sorar:
"Baba politika nedir?"
Baba şöyle der:
"Bak oğlum, ben eve para getiriyorum,
öyleyse ben kapitalistim.

Annen parayı yönetir, öyleyse o hükümettir.

Deden paranın doğru idare edilip edilmediğine dikkat eder,
öyleyse o da sendikadır.

Hizmetçi kız ise isçi sınıfıdır.

Bizlerin ise tek hedefi vardır, senin rahatlığın.
Dolayısıyla sen de halksın ve altında bezi ile yatan küçük kardeşin ise gelecektir.

Söyle bakalım anlayabildin mi?"

Çocuk düşünür ve o gece babasının anlattıklarını düşüneceğini söyler.

Gece yarısı cocuk uyanır. Çünkü küçük kardeşi altını pisletmiştir ve ağlamaktadır.
Ne yapacağını bilemeyen çocuk anne ve babasının yatak odasına gider.
Annesi yalnız ve derin bir şekilde uyumaktadır, öyle ki onu uyandıramaz.

Hizmetçi kızın odasına gider. Bakar ki babası hizmetçi kızla yatmaktadir.

Dedesi de uyumaktadır.

Hepsi öyle meşguldürler ki çocuğun orada olduğunu farketmezler bile.
Çocuk hiç bir sey yapamadan yatağına geri döner.

Ertesi sabah baba çocuğa kendince politikanın ne oldugunu anlatmasını ister.

"Evet" der çocuk, "kapitalizm" işçi sınıfını kötüye kullanıyor...
Sendika uyuyor...
Hükümet uyuyor...
Halk dikkate alınmıyor...
Ve gelecek pislik içinde.

İşte politika budur..!

TRABZON JURNAL: 23.06.2010