11 Aralık 2010 Cumartesi

HAKK VE HAKİKAT YOLCUSU ALİ KEMAL SARAN’IN ARDINDAN / Eğitimci Yazar M. Nihat MALKOÇ

 Eğitimci Yazar M. Nihat MALKOÇ-Fetih'ten Günümüze Tarih Konferansı - 26.10.2010; FOTO: Muhammet YAVRUOĞLU

Trabzon’da Hizmet Gazetesinde haftada üç gün yazı yazan bir insanım. Kolay değil haftada üç yazı çıkarmak… Bazen konu sıkıntısı çektiğimiz de oluyor.
Cumartesi sabahı, ‘Önümüzdeki pazartesi günkü köşem için bugün ne yazsam’ diye düşünürken bir yandan da Trabzon haber sitelerini dolaşıyordum.

Haber sitelerinin birinde “Trabzonlu Müftü Kaza Kurbanı…” başlıklı bir haberle karşılaştım. Üzerime kaynar suların dökülmesine, canımın iyice sıkılmasına yol açan haberde şu bilgilere yer veriliyordu:

Emekli Müftü Yazar Ali Kemal SARAN-Fetih'ten Günümüze Tarih Konferansı - 26.10.2010; FOTO: Muhammet YAVRUOĞLU

“Alınan bilgiye göre, Malatya Valisi Ulvi Saran’ın babası emekli Müftü Ali Kemal Saran(76), İstanbul’da yaya olarak yürüdüğü esnada bir aracın çarpması sonucu hayatını kaybetti.

Haseki Hastanesi’ne kaldırılan Saran’ın cenazesinin 11 Aralık Cumartesi günü uçakla Trabzon’a götürüleceği ve burada toprağa verileceği bildirildi…”

Bu acı haberi okuduktan sonra dudaklarımdan gayri ihtiyari olarak dökülen ilk cümle ‘İnna lillahi ve inna ileyhi raciun- Her nefis ölümü tadacaktır” oldu.


76 yaşında iken İstanbul’da geçirmiş olduğu elim bir trafik kazası sonucu ebediyete intikal eden Ali Kemal Saran, Trabzon için adeta canlı bir tarihti. Bakmayın siz 76 yaşında olduğuna, O’nun yüreği 18 yaşındaki bir gencin yüreği gibi heyecan doluydu. Keza hiç boş durmazdı, daima hareket halindeydi. Canlı, diri ve güçlü bir karaktere sahipti.


Beklenmedik bir zamanda yürekleri acıya boğarak, aramızdan ayrılan Ali Kemal Saran, geçen hafta yine İstanbul’da bir trafik kazasında Hakk’a kavuşan emekli müftülerden Ali Şükrü Sula’nın cenazesine katılmak üzere İstanbul’a gitmişti.

Merhum Ali Şükrü Sula, yatsı namazına giderken bir minibüsünün çarpmasıyla hayatını kaybetmişti. O’nun cenaze töreninde bulunmak için Trabzon’dan İstanbul’a giden Ali Kemal Saran da ne yazık ki aynı akıbeti yaşayarak, aramızdan ayrıldı. Bir hafta içerisinde Trabzonlu iki güzel insan, iki emekli müftü, iki dost Çaykaralı, dünya gurbetinden asli yurt olan ahrete göçtü. Kaderin tecellisi işte… Bizim olan yaşadığımız andır. Kimin nerede, nasıl, ne zaman öleceği belli değil…


Ölüm bir hatime değil, aksine bir mukaddimedir bizler için... Yani o bir son değil, ebedi hayatın ilk basamağıdır. Ölümsüzlük ancak ten yükünden kurtulmakla gerçekleşebilir. Durum bu iken, bedenin ağırlığından kurtulup ruhun hafifliğine kavuşanlara niçin üzülürüz?


Ölüm, ölümsüzlüğe kanatlanmaktır aslında… İnsan ancak ölünce ölümsüzlüğü yakalar. Ölüme Mevlana’nın gözüyle bakanlar, onu bir şeb-i arus(düğün gecesi) olarak görürler. Ölüm ki, fanilikten bakiliğe çıkan yoldur. O, ruhları fena âleminden beka âlemine çıkaran kutlu bir köprüdür. Vakti gelen, bu kutlu köprüden geçerek, selamet sahiline ulaşır. Ulaşılan yerin selamet sahili mi, yoksa ateş mi olduğu yaşadığımız hayatla doğrudan ilgilidir.


Ölümden kaçmak mümkün olmadığına göre ona her daim hazırlıklı yaşamalıyız. Toplumcu şiirin en önemli ismi kabul edilen Nazım Hikmet, bir şiirinde “ibret al, deli gönlüm,/demir sandıkta saklansan bulur seni /ak taş ardında Kara Yılan’ı bulan ölüm.” diyor. Resulullah’ın ‘hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahret için çalışınız’ sözünü hayat felsefesi edinmeliyiz. Yunus’un dediği gibi ‘Ölür ise ten ölür canlar ölesi değil’


Üstad Necip Fazıl Kısakürek ne güzel söylemiş ölüm için: “Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber.../Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?...” Yüce Allah, kainatı Hazreti Peygamber’in yüzü suyu hürmetine yaratmış… O öldüyse ölüm güzel demektir.


Şair Cemal Süreya, bir şiirinde “ölüyorum tanrım/bu da oldu işte/her ölüm erken ölümdür/biliyorum tanrım/ama ayrıca, aldığın şu hayat fena değildir…/üstü kalsın…” diyordu. Gerçekten de ölen kişinin yaşı kaç olursa olsun “Her ölüm erkendir”. Kişi yaşadığı günü bilir sadece... Geçen günlerin tozlu hatıraları kalır geride. Fakat takdir, bize bu can emanetini teslim eden Allah’a aittir. O verir, o alır ancak… Lütfu da, kahrı da hoştur O’nun…


Ne mutlu bir gül bahçesine girercesine sıcak bir anne kucağı misali ölümün kollarına atılanlara!… Ne mutlu ölüm korkusunu ebediyet arzusuyla öldürebilenlere!... Bize bir nefes kadar, şah damarımız kadar yakın olan ölüm; faniliğimizi silip süpürüp bizi ebedileştirecektir.


Trabzon’un güzel simalarından biriydi bir trafik kazasına kurban verdiğimiz Ali Kemal Saran… O’nun hayatından bazı mühim kesitleri sizlere sunmak istiyorum:

ALİ KEMAL SARAN KİMDİR ?


Eğitimci Araştırmacı Yazar Mustafa YAZICI ve E. Müftü Yazar Ali Kemal SARAN -Fetih'ten Günümüze Tarih Konferansı - 26.10.2010; FOTO: Muhammet YAVRUOĞLU



15 Mayıs 1934 yılında Çaykara’nın eski ismiyle Hopşera, yeni adıyla Akdoğan köyünde dünyaya gelen Ali Kemal Saran, bereketli ömrünü Kur’an hizmetine adamıştı.


Muhammet ve Havva çiftinin dört çocuğunun üçüncüsüydü. Kamil Yakut Hoca’dan ve Ahmet Hoca’dan Kur’an okumayı öğrendi. Hacı Mahmut Hoca ve Hacı Ahmet Efendi’den hafızlık eğitimi almıştır.


İlköğrenimini Çaykara İlkokulu’nda sürdürürken aynı zamanda köyünde hafızlık eğitimine devam etti. 1950 yılında vapurla İstanbul’a bir seyahat yaptı. Burada Kadıköy Osman Ağa Camii İmam-Hatibi Hasan Efendi’den kıraat dersleri aldı.

Bir yıl sonra Bursa’ya gitti ve bir süre sonra memleketine tekrar geri döndü. O yılın ramazanında Samsun’a giderek, mukabele okudu. Orada başta “Büyük Cihat Gazetesi” yazarı Cevat Rifat Atilhan olmak üzere birçok kişiyle tanıştı. Ayrıca şehri ziyarete gelen, Sebilürreşat Dergisi başyazarı Eşref Edip ve Büyük Doğu Dergisi’ni çıkaran şair Necip Fazıl ile görüşme imkânı buldu. 1953’ün ramazanında ise mukabele okumak için Zonguldak’a gitti.


Saran, 1952 yılında Haranikas Medresesi’nde başladığı Arapça ve ilim tedrisatını 1956 yılında tamamlayarak, Hacı Hasan Ramiz Yavuz Efendi’den icazet aldı. 1957 yılında Diyanet İşleri Teşkilatı’nca açılan müftülük ve vaizlik imtihanını kazandı. 1958 yılında askerlik görevini Amasya ve Sarıkamış’ta ikmal ettikten sonra Konya Cihanbeyli Müftülüğü’ne atanarak, meslek hayatına başladı.


Zaman zaman Ankara’ya gittiğinde şair-yazar Osman Yüksel Serdengeçti ve Türk Yurdu Dergisi başyazarı Prof. Dr. Osman Turan’la sohbetlerde bulunurdu. 1960 yılında Ankara ve Konya’da Bediüzzaman Said Nursi ile görüştü.


27 Mayıs 1960 Darbesi sırasında izinli olarak, memleketi Çaykara’da bulunan Ali Kemal Hoca, daha sonra görev yerine döndüğünde aleyhine başlatılan bir kampanya sonrasında Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Çankırı’nın Orta ilçesine atandı. Ali Kemal Hoca sırasıyla Çatalzeytin, Bartın, Arsin, Pasinler, Görele, Zara müftülükleri ve Maçka vaizliği görevlerinde bulundu. Bu görevdeyken 12 Eylül 1980 Darbesi’ne de tanık oldu. Üç yıl süren Maçka vaizliği sırasında İlahiyat öğrencilerine Arapça, tefsir ve fıkıh dersleri verdi.


Ali Kemal Hoca görev yaptığı yerin ihtiyacına göre cami ve mescitlerin inşası ve tamiratında, mesleki eğitim ve Kur’an kurslarının açılmasında, İmam-Hatip Okullarının yapımında öncülük etti. Ayrıca cemaat ve meşrep farklılığı gözetmeden sohbetlere katıldı, dersler verdi, öğrenciler yetiştirdi.


Saran, resmi görevi esnasında dışarıdan bitirme imtihanlarına girerek ortaokul ve liseyi tamamladı. Din görevlileri Federasyonu’nun yönetiminde birkaç kez görev aldı.


1982 yılında emekli olduktan sonra kısa bir süre tekstil ağırlıklı olarak ticaret faaliyeti yürüttü. Aynı yıl ramazan ayında Ahmet Yaşar Hoca’nın da bulunduğu bir kafileyle karayoluyla umreye gitti. Bağdat ve Basra’yı ziyaret etti. 1984-2002 yılları arasında çeşitli derneklerin davetlisi olarak, gittiği Avrupa ülkeleri, ABD ve Kanada’da aralıklı olarak dini hizmetlerde bulundu.


Meslek hayatı ve emeklilik dönemi boyunca yürüttüğü ilmi hizmetler, hayır işleri ve dernek çalışmalarıyla sosyal alanda aktif bir biçimde yer almanın yanında çeşitli gazete ve dergilerde makale ve köşe yazıları yayınlandı. Ali Kemal Saran’ın biri telif, ikisi tercüme, biri şiir kitabı olmak üzere yayınlanmış beş eseri bulunmaktadır. (İz Bırakanlar-Hilal TV)


Trabzon’un gül yüzlü simalarından Ali Kemal Saran; düşünen, düşüncelerini ifade ederek, insanlarla paylaşan bir insandı. O’nun, Hakk ve hakikatin emrine amade güçlü bir kalemi vardı. Geçtiğimiz yıllarda “Omuzumda Hemençe/Cumhuriyet Devrinde Bir Medrese Talebesinin Hatıraları” adlı bir hatıra kitabı kaleme almıştı. 450 sayfadan meydana gelen söz konusu kitap; 2009 yılında Kurtuba Yayınları’ndan çıkarak, okuyucuyla buluşmuştu. Merhum Ali Kemal Ağabey, bahsi geçen kitabının içeriğiyle ilgili olarak şöyle diyordu.

“Burada yer alan hatıralar, kendimi bilebildiğim erken çocukluk dönemimden başlayarak, yakın zamana kadar uzanan yaklaşık 70 yıllık bir ömrü kapsıyor. Bu uzun zaman dilimi içinde, çocukluğumun sisler içinde kalan sibyan mektebinden ve medrese talebeliğinden başlayarak, Anadolu’nun birçok yerinde yürüttüğüm müftülük görevlerine ve uzun süren emeklilik dönemimde yaşadığım cemiyetçilik tecrübelerine kadar, acı tatlı pek çok yaşanmış olay var.”


Merhum Ali Kemal Saran, güler yüzlü, hoş sohbetli bir insandı. Elinden geldiğince herkese yardım eder, düşkünlerin elinden tutup onları kaldırırdı. O, 76 yıllık ömrüne nice hayır ve hasenat sığdırdı. Şimdi ondan geriye puslu hatıralar kaldı. Hayat böyledir işte…

Araştırmacı Yazar Hüseyin ALBAYRAK, kitabını imzalarken-Fetih'ten Günümüze Tarih Konferansı - 26.10.2010; FOTO: Muhammet YAVRUOĞLU

MAZLUM-DER Başkanı Mehmet ÇINAR, E.Müftü Yazar Ali Kemal SARAN, Şair Kadir YETER, Arka Tarafta Müh. Şair Yazar Haydar ÇORUHLU-Fetih'ten Günümüze Tarih Konferansı - 26.10.2010; FOTO: Muhammet YAVRUOĞLU


Bundan bir ay evvel Hüseyin Kazaz Kültür Merkezi’nde Trabzon’un fetih yıldönümüyle ilgili bir “Fetih Sohbeti” programı gerçekleştirilmişti. Trabzonlu araştırmacı- yazarlar Mustafa Yazıcı ile Hüseyin Albayrak, Trabzon’un fethini konuşmuşlardı. Öğle saatlerinde gerçekleştirilen bu programı takip edenler arasında ben de vardım.


Emekli Müftü Yazar Ali Kemal SARAN, Şair Kadir YETER, 4. kişi DİB Hac Dairesi eski Başkanı Şükrü ÖTÜRK-Fetih'ten Günümüze Tarih Konferansı - 26.10.2010; FOTO: Muhammet YAVRUOĞLU

Program çıkışında değerli insan Muhammet Yavruoğlu’yu gördüm. Yanında da Ali Kemal Saran Ağabeyimiz vardı. Ayaküstü konuştuk bir süre… Sonra söz dönüp dolaştı gazeteci dostumuz Nevzat Yılmaz’a geldi. Bir trafik kazasına karışan dostumuz Nevzat Yılmaz, Bahçecik Cezaevi’nde tutuklu bulunuyordu. Kısa sohbetimizde bu ortak dostumuzu ziyaret etme kararı aldık. Fakat bunun için savcılıktan izin almak gerekiyordu. Ortahisar’dan Adliye Sarayı’na kadar ben, Muhammet Yavruoğlu ve dost insan Ali Kemal Saran Ağabey ile birlikte yürüdük. Ali Kemal Ağabey bir ay önce Ahi Evren Kalp ve Damar Hastalıkları Hastanesi’nde önemli bir kalp ameliyatı geçirmişti. Onun için elimizden geldiğince yavaş yürümeye çalışıyorduk.

Yol boyunca hem yürüyor, hem de sohbet ediyorduk. Ali Kemal Ağabey’in olduğu ortamda sohbet malzemesi bulma sorunu olmazdı. Öyle hoş sohbetlere daldık ki, yolun nasıl bittiğini anlamadık. Adalet Sarayı’na girip cezaeviyle ilgilenen savcının odasına vardık. Savcıyla tanıştık, isteğimizi ilettik kendisine. Bilindiği gibi Ali Kemal Saran Ağabey, Malatya’nın şimdiki valisi Doç. Dr. Ulvi Saran’ın babasıdır.

Cezaevinde Görüş için bize yakın ilgi gösteren Savcı Beyden ayrılırken Muhammet Yavruoğlu Bey, Ali Kemal Ağabey için Savcı Beye “Malatya Valisi’nin babasıdır…” deyince Saran: “Buna hiç gerek yoktu, niye söyledin ki…” şeklinde serzenişte bulundu. Çünkü Ali Kemal Saran Ağabey, kendini ön plana çıkarmayan, hoş tabiatlı, adeta bir toprak kadar mütevazı bir insandı.

Savcıdan izin aldıktan sonra, Bahçecik Cezaevi’ne gitmek üzere dışarı çıktık. Muhammet Yavruoğlu Bey’in amcası, Karikatürist ve Yazar Harun Yavruoğlu’nun babası Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yoğun bakımdaydı.

Muhammet Bey, öncelikle oraya gitmesi gerektiğini söyledi. Biz de onunla gidecektik, ama bir ay önce çok ağır bir kalp ameliyatı geçirdiği için henüz nekahet döneminde olan Ali Kemal Saran Ağabey’i yormak istemedik. Bir saat sonra Atapark’ta buluşmak üzere Muhammet Bey’i hastaneye gönderdik.

Ali Kemal Saran Ağabey’le Atapark’a doğru yürürken Hamza Paşa Camii’nin önünden geçiyorduk. İkindi namazını kılmamıştık henüz… Onu hatırlattım Ali Kemal Ağabey’e… O da kılmamıştı ikindi namazını… Camiye vardık. İkindi namazını orada cemaatle eda ettik. Cami çıkışında hemen bitişikteki mezarlıktaki ölülerin ruhuna Fatiha okuduk. Oradan yürüyerek, Atapark’a geçtik.

Saran Ağabey, bir ay önce ağır bir kalp ameliyatı geçirdiği için sendeleyerek, yürüyordu. Fakat bunu mesele etmiyor, benden daha hızlı gidiyordu. Atapark’ta bir markete uğradık. Ali Kemal Ağabey oradan, ziyaret edeceğimiz arkadaşa götürmek üzere muz aldı. Epey yürüdüğümüz için yorulmuş, terlemişti. Su aldı, bana da bir şeyler almak istedi. Ben de bir soda içebileceğimi söyledim. Bana bir soda ısmarladı. Aldığı muzlardan birini ikiye böldü; yarısını bana verdi, yarısını kendisi yedi. O, paylaşmayı seven, çok cömert bir insandı.

Muhammet Yavruoğlu’yla birlikte Cezaevine görüş için gitmek üzere Atapark’ta tekrar buluştuk. Fakat Bahçecik’e gidecek araba bulmakta zorlandık. Ali Kemal Saran Ağabey; “Ben bir taksi tutayım, ücreti ne ise ben veririm” dedi. Kendisine buna gerek olmadığını, minibüs dolmuş ile gidebileceğimizi söyledik. Bir müddet sonra da minibüs geldi. Ali Kemal Saran Ağabey’le Yavruoğlu, minibüsün önünde oturdu. Minibüs parasını da kendileri verdi. Nihayet Bahçecik Cezaevi’ne vardık.

Sıkı bir aramadan sonra ortak dostumuz Nevzat Yılmaz Bey’i ziyaret ettik. Yarım saatlik ziyaretten sonra geri döndük. Ben Bahçecik’ten yürüyerek, Yenicuma Mahallesine geçtim. O yüzden tekrar görüşmek üzere orada birbirimizle vedalaştık. Fakat bu benim Ali Kemal Saran Ağabey’le son görüşmem oldu. Trabzon’un en renkli simalarından biriydi, O… O’nu çok özleyeceğiz. Allah rahmet eylesin.



M. Nihat MALKOÇ
Trabzon Lisesi(Fen Lisesi)
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
E-mektup: mnm61mnm@hotmail.com  

Malatya Valisi Saran'ın Babası Trafik Kazasında Hayatını Kaybetti

Malatya Valisi Ulvi Saran'ın babası, Hak Aşığı, İlim ve İrfan Sahibi, Değerli İnsan, Emekli Müftü ve Yazar Ali Kemal Saran(76) hocamız; İstanbul'da bugün bir aracın çarpması sonucu hayatını kaybetti.



Malatya Valisi Ulvi Saran'ın babası Emekli Müftü ve Yazar Ali Kemal Saran, İstanbul Aksaray’da akşam saatlerinde bir aracın çarpması sonucu hayatını kaybetti.


Edinilen bilgiye göre, Vali Saran'ın babası Emekli Müftü ve Yazar Ali Kemal Saran (76), İstanbul Aksaray'da yaya olarak yürüdüğü esnada bir aracın çarpması sonucu hayatını kaybetti.


Burada ağır yaralanan Saran acil olarak kaldırıldığı İstanbul Haseki Hastanesi'nde hayatını kaybetti. Hakk’ın rahmetine kavuşan Saran, geçen Çarşamba günü yine İstanbul’da bir trafik kazası sonucu hayatını kaybeden Av. Ayşe Sula Köseoğlu’nun dayısı, Müftü Saran’ın arkadaşı, meslektaşı, değerli ilim adamı, hemşehrimiz emekli müftü Ali Şükrü Sula’nın cenazesine katılmak üzere İstanbul’a gitmişti.


Merhum Emekli Müftü Saran'ın cenazesi muhtemelen bu gece ya da 11 Kasım Cumartesi günü uçakla Trabzon'a getirilerek, 12 Kasım 2010 Pazar günü Trabzon Çaykara İlçesine bağlı Akdoğan Köyünde öğle namazını müteakip toprağa verilecektir.


Merhum Ali Kemal Saran, Çaykara Akdoğan köyü doğumlu olan Hemşehrimiz Malatya Valisi Doç. Dr. M. Ulvi SARAN’ın babası, Trabzon emekli Müftü Ali Kemal SARAN(76), 20 Ağustos 2010 Cuma Günü Trabzon Ahi Evren Göğüs, Kalp-Damar Cerrahi Hastanesinde, anjiyo kardiyolojisi Prof. Dr. Şükrü ÇELİK ve Uzm. Dr. Levent KORKMAZ tarafından ve ameliyatı ise Op. Dr. Sefer USTA ve Op. Dr. Candan Cudi ÖKTEN’nin gözetimindeki bir ekip tarafından başarılı bir bypass ameliyatı olmuş ve 25.08.2010 Çarşamba günü(ameliyatın 5. Günü) hastaneden taburcu olmuştu.


Sosyal ve cemiyetçilik yönü çok güçlü olan merhum Saran, birçok derneğin kurucucu ve başkanlık görevlerini yürütmüştü. O, hiç düşünmeden insanların yardımına koşan, inancı çok güçlü, karalı, inandığı gibi yaşayan, ilim ve irfan sahibi, mert ve dürüst bir zattı.


Onun ani vefatı hepimizi son derece üzdü. O, yeri doldurulması çok zor, kendisini yetiştirmiş, ilim, irfan ve rahle-i tedrisat almış, âlim bir kişi idi. Kendisini çok arayacak, çok özleyeceğiz. O, Türkiye’de, Yurt dışında AB ve İslam dünyası tarafından tanınan bir kişiydi.


Elim bir kaza sonucu beklenmedik bir şekilde aramızdan ayrılan merhum Ali Kemal SARAN hocamıza Allah’tan rahmet, kederli ailesine, eş, dost ve sevenlerine Sabr-ı Cemil niyaz ederiz. Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun, inşaallah.




TRABZON HABETR AJANSI


HABER: Muhammet YAVRUOĞLU

HACI ALİ YAVRUOĞLU, 40. GÜNDE DUALARLA ANILDI



Doğanköy Beldesinden sevilen ve sayılan değerlerimizden Hacı Ali Yavruoğlu, Vefatının 40. Gününde Ruhuna İthafen Kur’an ve Mevlid Okunarak, Dualarla Anıldı.





Akçaabat Doğanköy Beldesi Halkından herkes tarafından sevilen ve sayılan Hacı Ali Yavruoğlu(72), 29.10.2010 Cuma günü Hakk’ın rahmetine kavuşmasının üzerinden 40 Günlük sürenin geçmesi nedeniyle kırkıncı gün Kur’an-ı ve Mevlid-i Şerifi bugün (10.12.2010 Cuma Günü) Cuma namazından önce Doğanköy Beldesi hocalarından Mehmet Demir, Mustafa Şengül, Demirkapı Köyünden Halim Bulut ve Trabzon ve havalisi halkı tarafından çok sevilen ve sayılan Akçaabat Dörtyol Belediye Başkanı Cevat Birinci hocalarımız tarafından okundu.


Kur’an ziyafetine halktan çok sayıda kişinin yanında Dörtyol Belediye Başkanı Cevat Birinci, Doğanköy Belediye Başkanı Kazım Atmaca ve Muhtar Bitti Yazıcı da katıldı. Kur’an ziyafetine kalabalık bir hanım gurubunun da katılması dikkat çekti.



Cemaate çikolata-lokum karışımı şeker, meyve suyu ve gül suyunun ikram edildiği Kur’an ziyafetinde cemaat coştu. Okunan Kur’an-ı Kerimler, ,ilahi ve Mevlid-i Şeriflerin ardından duayı Dörtyol Başkanı Cevat Birinci hoca yaptı.




TRABZON HABER AJANSI

HABER-FOTO: Muhammet YAVRUOĞLU



TRABZON İL İNSAN HAKLARI KURULU BİLDİRİSİ

Trabzon İl İnsan Hakları Kurulu, “10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü” Nedeniyle bir Bildiri yayınladı. Bildiride:

"10 Aralık tarihi, 1948 yılında Birleşmiş Milletler(BM) Örgütü tarafından “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin” kabul ve ilân edildiği gündür. Bu nedenle her yıl tüm dünyada 10 Aralık günü   olarak kutlanmaktadır.


“İnsan Hakları” doğuştan var olduğuna inanılan ve insanlar arasında dil, din, mezhep, ırk, renk, yaş, cinsiyet ayırımı yapmadan sevgi, saygı, dostluk ve kardeşlik duygularını geliştirmek, insanın insan olmak hassasiyeti ile sahip olması gereken hakların tümüne denir. “İnsan Hakları” kişiyi hür, onurlu ve özgür bir şekilde yaşatacak kurallar bütünüdür.


Bu gün, “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine” imza koyan ülkelerde olduğu gibi birçok ülkede de “İnsan Hakkı” ihlâlleri yaşanmaktadır. Özellikle, dünyanın değişik yörelerinde devam eden savaşlarda başta en temel hak olan “Yaşam Hakkı” olmak üzere birçok “İnsan Hakları” ihlâlleri olmaktadır. Ülkemizde de bir kısım “İnsan Hakları” ihlâlleri yapılmaktadır.


TRABZON İl İnsan Hakları Kurulu olarak; tüm dünyada ve ülkemizdeki “İnsan Hakları” önündeki engellerin kaldırılarak ihlâllerinin sona erdirilmesini diliyoruz. Bu konuda üzerimize düşen görevi en iyi bir şekilde yerine getirmek için çalışmaktayız. Milletimizin 10 Aralık “Dünya İnsan Hakları Gününü” saygılarımızla kutlarız”  denilmektedir.


TRABZON İL İNSAN HAKLARI KURULU


HABER: Erdoğan TAFLAN

TRABZON İL GENEL MECLİSİNDE ÜYELER, YAKIŞIKLSIZ SÖZLERİ ÜZERİNE ARITMAN’I KINADI

Trabzon İl Genel Meclisine CHP İzmir milletvekili Canan Arıtmanın Trabzon’da söylediği ”Trabzon kırsalında kızlar satılıyor” sözü damgasını vurdu.



Trabzon İl Genel Meclisi’nin Aralık ayının dünkü oturumu Başkan yardımcısı Arzu Yalçınalp başkanlığında yapıldı. Komisyonlardan gelen dosyaların okunmasından sonra dilek ve temenniler bölümüne geçildi. CHP İzmir milletvekili Canan Arıtmanın Trabzon’da Yapılan Kadın-Erkek Eşitliği Fırsat Komisyonunun toplantısında söylediği “Trabzon Kırsalında kızlar satılıyor“ sözleri üzerine kürsüye çıkan üyeler Arıtmanı kınadılar.


İlk olarak kürsüye çıkan AKP meclis üyesi ve aynı zamanda insan hakları komisyonu üyesi olan Emin zurnacı, İnsanların namusu, şerefi ve haysiyetleri için yaşadığını ve gazete manşetlerinde yansıyan olayların kendisini çok üzdüğünü söyledi. Zurnacı: ”Bölge insanının namusuna ve şerefine çok düşkün bir millet olduğunu, Bu tür yakıştırmaları iftiraları Trabzonlunun üzerine kimsenin atamayacağını ve atanlarında adalet önünde hesap vermesi gerektiğini“ söyledi.


Arıtmanı yapmış olduğu bu açıklamalarından dolayı’da kınadığını belirtti.


AKP gurup meclis gurup başkan vekili Uğur Aydın: ”Arıtman belikli bölgemiz İnsanını tanımamaktadır. Yapmış olduğu açıklama çok talihsiz bir vakadır, keşke yapmamış olsaydı Türkiye’de böyle münferit olaylar olmuş olabilir ama bölgemizde böyle bir olay olmamıştır” dedi.


Arıtmanın kastını aşan bir laf ettiğini belirten, CHP meclis üyesi Sedat Gözaçan “Kim olursa olsun bölgemiz insanına atfedilen bu laflara kesinlikle katılmıyorum vede kendisini savunmuyorum, keşke daha dün bizim bitişik bir ilimizin belediye başkanının yapmış olduğubiz ikinci hanımları doğudan alalım” lafına karşılık bu mecliste oda kınansaydı” dedi.


Meclis Başkan vekili arzu Yalçınalp Çalışmalarından dolayı komisyonlara ve meclis üyelerine teşekkür ederek, üç Ocak 20101de toplanmak üzere oturumu kapattı.


 

Emin Zurnacı, “Bölge insanı namusu ve Şerefi için yaşamaktadır” dedi.



Uğur Aydın, “Yapmış Olduğu açıklama çok talihsiz bir açıklamadır” dedi.



Sedat Gözaçan, “Söylenenlere kesinlikle katılmadığını” söyledi.




Haber-Foto: Erdoğan TAFLAN

10 Aralık 2010 Cuma

HES’LERDEN İL ÖZEL İDARE PAYI İSTEDİ..

Revi: ”Akarsu kullanım payı istiyoruz”


Trabzon İl Genel Meclisi Kasım ve Aralık ayında toplam 22 günde peş peşe oturumlar yaparak, 48 saat toplantı yaptı. Meclis Başkanı Revi, bölgede her anlamda tartışma konusu olan HES’lere değişik bir açıdan yaklaşarak “Akarsu kullanım payı olarak il özel idarelerine de belli bir yüzdede pay aktarımı yapılmalı” dedi
Trabzon İl Genel Meclisi, Kasım ve Aralık aylarında toplam 22 gün üst üste bir araya gelerek, il özel idaresinin yatırımlarla ilgili projelerini karar bağladı.


Kasım ve Aralık ayı toplantılarında;


Köy içi imar değişikliği, su ve diğer benzer kaynakların kiralanması, imar yasasına aykırı projelerin mühürlenmesi ilçelere ek bütçeden kaynak aktarımı, hurda iş makinelerinin satımı, performans değerlendirmelerinin gülüşülmesi olmak üzere toplan 69 karara imza atan İl Genel Meclisinin bu iki aydaki toplantıları esnasında hurdaya çıkan iş makinelerinin satılması ile ilgili karar da hayata geçti ve yapılan ihale sonrası toplan 240 bin lira ek gelir il özel idaresinin yatırım bütçesine aktarıldı.


REVİ: ”DEMOKRATİKLEŞME YERELDEN BAŞLAR”


Trabzon İl Genel Meclisi Başkanı Haydar Revi, tam demokrasinin yerelleşme ile sağlıklı bir zemine oturacağını belirtti. Revi, Kasım ve Aralık ayındaki yoğun tempolu çalışmalar ile 2010 yılının bir muhasebesinin de yapıldığını belirterek;
“2010 yılında hedeflerimizin çoğunu gerçekleştirdik. Özellikle kırsal alanda asfalt yol yapımında büyük bir başarı kazandık. Köy içi imar planlamalarındaki çalışmalarımız istenilen düzeyde gerçekleşti. Şimdi köylerde tek tip yapılaşmayla ile ilgili proje çalışmaları tamamlandı, yakında köylümüzü bunu anlatacağız. Broşür ve kitaplarla bilgilendirme yapacağız” dedi.


KÜRESEL ISINMA İLGİ ALANIMIZDA


Meclis Başkanı Haydar Revi, küresel ısınma ile birlikte Doğu Karadeniz Bölgesinin bu tehlikeden ne derece etkilenebileceği yönündeki çalışmalara mali yönde destek vermeyi düşündüklerini de belirterek; “Özellikle bölgedeki diğer illerle ortak bir çalışma yapılmasının gerekliliğine de inanıyoruz” dedi.


ENERJİ YATIRIMLARI GEREKLİ

Haydar Revi, meclisin yapım aşamasında olduğu bir HES’in ortakları arasında bulunduğunu da belirterek; “Biz bu olaya gereklilik açısından bakıyoruz. Dere akar Türk bakar imajı artık yerini Dere akar Türk bakar almıştır” dedi.


Revi, tıpkı akarsulardan ve denizlerden balıkçılık ve diğer amaçlı kullanımlar için il özel idarelerinin aldığı payın benzerinin HES’lerden de alınması gerektiğini belirterek; “Bu konuda ilgili mercilere bir kanun tasarısının hazırlanması hususunda müracaatlarımız var, HES’de kullanılan akarsulardan elde edilen enerji getirisinin cuzi de olsa belli bir yüzdedeki miktarının il özel idarelerine de verilmesi gerektiğine inanıyoruz” dedi.


Revi, akarsulardan her türlü anlamda yararlanan işletmecilerden kira bedelleri aldıklarını belirterek “Bunların içinde denizdeki kafes balıkçılığı da var, HES yatırımları ile ilgili talebimizde bunla eş değer. Diğer girişimcilerden nasıl akarsu kullanım bedeli alıyorsak, HES’lerden de almalıdır” şeklinde konuştu.


HABER: Erdoğan TAFLAN

Trabzon İçin Önemli Bir Adım

MÜSİAD Trabzon Şube Başkanı Ahmet Sarı: “Türkiye’nin ve Trabzon’un geleceği raylı sistemdedir. Bir dönemin İpekyolu Ticaret Yolunun en kritik bölgesi olan Trabzon, kazandırılacak demiryolu ile yenidünya düzeninin önemli lokomotiflerinden biri olacaktır" dedi.

Trabzon Demiryolu Platformu Genel Sekreteri ve MÜSİAD Trabzon Şube Başkanı Ahmet Sarı, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın Çin ziyaretinde imzalanan demiryolu yapım anlaşmalarının hem Türkiye hem de Trabzon için çok önemli olduğunu söyledi.


Konuyla ilgili değerlendirmelerde bulunan MÜSİAD Trabzon Şube başkanı Ahmet Sarı, "Ulaştırma Bakanımız Binali Yıldırım ve Çin yetkilileri arasında imzalanan işbirliği anlaşması, Çin Başbakan’ın Türkiye’yi ziyaretleri sırasında yaptığı anlaşmayı teyit eder nitelikte olmuştur.


Gerçekleştirilen işbirliği anlaşması ile 10 yıllık vadede Türkiye’nin demiryollarına yapacağı yatırımlara önemli bir finans kaynağının oluşturulması sağlanmıştır. Trabzon’un tüm dinamikleriyle oluşturduğu yüksek talep en olumlu meyvesini bu anlaşmayla vermiştir.


Bir dönemin İpekyolu Ticaret Yolunun en kritik bölgesi olan Trabzon, kazandırılacak demiryolu ile yeni dünya düzeninin önemli lokomotiflerinden biri olacaktır" dedi.


Ulaştırma Bakanlığı yetkililerinin ve TCDD’nın üstün gayretleriyle Çin ile yapılan anlaşmaların demiryolu projesinin ilk istasyonunun Çin olacağını gösterdiğini kaydeden Başkan Sarı "Bu olumlu gelişmelerin kentimiz için tarihi nitelikte olduğu kabul edilmeli ve bu yönde atılacak adımlara destek vermeye devam edilmelidir.


Mutlaka ve mutlaka demiryolu Trabzon’a gelecektir. Fakat bizler bugünden liman bağlantılarını, depolama alanlarını ve istasyonlarını belirlemeliyiz.


Türkiye’nin ve Trabzon’un geleceği raylı sistemdedir" diye konuştu.


Ahmet Sarı, GAP Bölgesi’ndeki üretimin yüzde 80’inin dünyaya Trabzon üzerinden pazarlanması gerektiğine de vurgu yaparak "GAP-Trabzon demiryolu bağlantısının yapılmasının ülkemizin geleceği için hayati önem taşıdığını düşünmekteyiz.


Türkiye’nin geleceği için büyük önem taşıyan ve uzun yıllardır devam eden GAP projesinin amacına tam olarak ulaşması, GAP ile Trabzon arasındaki demiryolu bağlantısının yapılması ile mümkündür.


Avrasya’ya, Türki Cumhuriyetlere, Çin’e en yakın olan nokta Trabzon’dur. Taşımacılıkta ucuz, yükte ağır en uygun yol raylı sistemdir. Tarihi İpek Yolu’ndan itibaren tarihin bize yüklediği bir misyon var ve Trabzon bu misyondan kaçamaz. Ancak bu misyona uygun hizmet edebilmek için de alt yapının en önemli ayağını demiryolu oluşturuyor” şeklinde konuştu.


Öte yandan Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, geçtiğimiz gün Çin'in başkenti Pekin'de, Uluslararası Demiryolları Birliği'nin (UIC) 7. Dünya Hızlı Tren Kongresi'ne katılmış ve kongre öncesinde de Çin Demiryolları Bakanı Liu Zhijun ile Türkiye'de demiryolları altyapısını geliştirilmesine yönelik, hızlı ve normal tren hatlarıyla ilgili devam eden projelerin finansman kredisi ve tarihiyle ilgili bir mutabakat zaptı imzalamıştı.


Yıldırım, yaptığı açıklamada "Edirne'den Kars'a kadar, Ankara'dan İzmir'e, Kayseri, Diyarbakır, Malatya'ya, Afyon, Antalya'ya, Trabzon'dan Erzincan, Erzurum, Kars'a, kurulacak demiryolları ile ilgili anlaşmayı Çinli muhataplarımızla imzaladık" ifadelerini kullanmıştı.


www.ilkhabergazete.com - 9.12.2010

Muharrem Ayı, Aşure Günü ve Peygamber Efendimiz'in Tavsiyeleri (www.timeturk.com)

Hicri yılbaşı olan Muharrem ayı, İslam kültür tarihinde önemli bir zaman dilimini temsil ediyor.


Kerbela olayının yaşandığı Muharrem ayının 10. günü (Bu yıl 16 Aralık), Hazreti Âdem’in tövbesinin kabul edildiğine, Hazreti Yakub'un oğlu Yusuf'a kavuştuğuna, Hazreti Nuh'un gemisinin tufandan, Hazreti İbrahim'in Nemrut'un ateşinden, Hazreti Musa ve İsrail oğullarının da Firavun'un zulmünden kurtulduğuna inanılıyor. Muharrem ayının, 10. günü oruç tutan Müslümanlar, aşure kaynatarak da sosyal dayanışmaya katkıda bulunuyor.


Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Halil Altuntaş, başkanlığın internet sitesinde muharrem ayı ve aşure konusunda bilgi verdi.


Her dinin, milletin kutsal veya diğer zaman dilimlerinden farklı kabul ettiği, kendine özgü belirli gün ya da ayları bulunduğunu belirten Altuntaş, İslam'da da bu tür gün, gece ve aylar olduğunu kaydetti.


İslamiyet'te ''Haram aylar''ın cahiliye devri uygulamasına göre, hürmet edilmesi gereken, savaş yapılması ve kan dökülmesi yasak olan kameri aylar anlamına geldiğini, ''haram aylar'' nitelemesinin, bu aylarda yapılacak ibadetlere daha çok sevap, günahlara ise daha çok ceza verilecek olmasına dayandığının da ifade edildiğini anlatan Altuntaş, bu aylardan Muharrem'in birinci, Recep'in yedinci, Zilkade'nin on birinci ve Zilhicce'nin de on ikinci ay olduğunu bildirdi.


Bu dört ayın hürmetinin, öteden beri süre gelen dini bir uygulama olduğunu, cahiliye devrinde bile buna riayet edildiğini, haram aylarda savaş yapılmadığını, yılın bu döneminin barış zamanı olduğunu kaydeden Altuntaş, şöyle devam etti:


''Haram aylar içinde Muharrem ayının ayrı bir yeri ve önemi vardır. Bu ayrıcalığı 'Muharrem' adından da fark etmek mümkündür. Zira 'muharrem' kelimesi, 'haram kılınmış', 'hürmete layık' anlamlarına gelmektedir.

Muharrem ayını önemli kılan özellikleri kısaca şöyle sıralamak mümkündür. Hicri yılbaşı; Muharrem ayı, 12 ay ve 355 gün olan kameri yılın ilk ayıdır.

Hicri tarih, Hazreti Muhammed'in Mekke'den Medine'ye göç edişi ile başlar. Hicretin takvim başlangıcı olarak kabul edilmesi, Hazreti Ömer devrinde olmuştur. Onun devrine gelinceye kadar Araplar, düzenli bir tarih belirleme sistemine sahip değillerdi.

Fil vakası gibi önemli olayları kıstas olarak benimsemişlerdi. Hz. Ömer(R.A.) devrinde, Hz. Peygamber'in Mekke'den Medine'ye hicret ettiği yıl (Miladi 622), İslami takvimin başlangıç yılı olarak, Muharrem ayı da bu takvimin ilk ayı olarak kabul edildi.


Aşure günü (On Muharrem); bilindiği üzere Hazreti Peygamber Medine'ye hicret ettiğinde, orada Arap halkla birlikte yaşayan Yahudiler vardı. Hazreti Musa ile İsrail oğullarının, Firavun'un zulmünden Aşure günü kurtulduğunu söyleyen Yahudileri, Hazreti Peygamber yalanlamamış ve hatta bu yönde olumlu bir tavır sergilemiştir. Bunun yanı sıra tüm Sami dinlerde özel bir yere sahip görünen aşure günü, cahiliyye Araplarınca da önemli kabul edilmiştir.''


''HAZRETİ PEYGAMBER, ORUÇ TUTMAYI TEŞVİK ETTİ''


Hazreti Peygamber'in, Aşure günü oruç tutmayı teşvik ettiğini belirten Altuntaş, aşure günü oruç tutulması uygulamasının, Ramazan orucunun farz kılınmasına kadar devam ettiğini, Hazreti Peygamber'in Muharrem ayının 9, 10 ve 11. günlerinde oruç tutmayı ashabına tavsiye ettiğini anlattı.


Aşure günü oruç tutmanın faziletine ilişkin sahih hadisler bulunmasına karşılık, o günde hububat karışımı aş (aşure) pişirmek, sadaka vermek, mescitleri ziyaret etmek ve kurban kesmek gibi fiiller hakkında sahih habere rastlanmadığını belirten Altuntaş, bununla birlikte, Müslüman Türklerin dini halk geleneğinde önemli bir yer tutan aşurenin, aynı zamanda Muharremin 10. günü başlamak üzere, daha sonraki günlerde de özel merasimle pişirilip dağıtılan tatlıya isim olduğunu ve sosyal dayanışmaya önemli katkılarda bulunduğunu vurguladı.


Altuntaş, çok eskiden beri devam eden aşure aşının, Osmanlılar döneminde sarayda da pişirildiğini, ''aşure testisi'' adı verilen özel kaplarla da saray dairelerine ve halka birkaç gün süreyle dağıtıldığını kaydetti.


AŞURE GÜNÜ MEYDANA GELEN OLAYLAR


Halil Altuntaş, aşure gününde meydana gelen diğer tarihi olayları ise şöyle sıraladı:


Rivayete göre, Hazreti Nuh'un gemisi Tufandan kurtulup, Cudi dağına Aşure günü oturmuştur. Bilindiği üzere, Hazreti Nuh, Allah'ın emri üzerine kendine inananları yaptığı bir gemiye bindirmiş, tufan gerçekleşince, inanmayanlar suda boğularak helak olmuşlardı. Hazreti Âdem’in tövbesinin kabul edilmesi, Hazreti İbrahim'in, Nemrut'un ateşinden kurtulması, Hazreti Yakub'un oğlu Yusuf'a kavuşması, Hazreti Musa ve İsrailoğullarının Firavunun zulmünden kurtulmaları, 10 Muharrem günü gerçekleştiği rivayet edilen olaylar arasındadır.


KERBELA OLAYI


Din İşleri Yüksek Kurulu Altuntaş, Emeviler'in ikinci hükümdarı Yezid zamanında ve Hicri 61 yılı Muharrem ayının 10. Cuma günü Hazreti Hüseyin'in şahadeti ile sona eren tarihi olayın meydana geldiğini ifade ederek, şunları kaydetti:


''Ehlibeytin çok değerli bir ferdinin hayatına mal olan bu elim olay sebebi ile 10 Muharrem, Müslümanlarca yas günü sayılmıştır. Muharrem ayı içerisinde Hazreti Hüseyin gibi büyük bir şahsiyetin şehit edilmiş olması, bütün Müslümanlar için büyük bir acı olmuş ve Müslümanları derinden etkilemiştir. Bu zatın, Hazreti Peygamberin sevgili torunu olması ise, bu acıyı daha da artırmaktadır. Tarihin belli bir kesitinde meydana gelen bu üzücü olayları iyi düşünmek ve bunlardan ders çıkarmak gerekir. Müslümanlara düşen görev, bu tür müessif olayların tekrarlanmasını önleyecek bir bilinç ve anlayışa sahip olmak; kardeşlik, birlik ve beraberliğimizi korumaktır.


Hazreti Hüseyin'e reva görülen bu muamele, ne kadar haksız ve ne kadar üzücü olursa olsun, Müslümanlar arasında ayrılık ve husumet sebebi olmamalıdır. Tarihin belli döneminde gerçekleşen bu üzücü olayı, gene tarihin hakemliğine emanet etmek ve duygulardan çok aklı hâkim kılmak gerekir. Zira günümüzde Müslümanların, her zamankinden daha fazla birlik ve beraberliğe ihtiyacı olduğu inkar edilemez.''


Kerbela olayının hatırasını yad etme gerekçesi ile yas günü olarak algılanan 10 Muharrem'de sergilenen etkinliklerde, bazı Şii Müslümanlar'ın, ''kendi kendine işkence'' denebilecek uygulamalar sergilediğini hatırlatan Altuntaş, şu bilgileri verdi:


''Halbuki bu tür uygulamalar İslam'a aykırıdır. Yas tutmanın da bir ölçüsü vardır ve bu ölçüyü Hazreti Peygamber belirlemiştir. İslam'dan önce Cahiliye Arapları, ölen kimse için aşırı derece yas tutar, ölünün yakınları avazı çıktığı kadar bağırır, eşi kendini eve hapseder, yıkanmazdı. Hatta profesyonel ağlayıcılar da tutarlardı. Resülullah bu geleneği, şu hadisi ile ortadan kaldırmıştır: 'Yüzüne vurarak, yakasını yırtarak, cahiliye adetlerini sürdüren bizden değildir.'


Muharrem ayı, tarih boyunca insanlık için dönüm noktaları sayılabilecek önemli olayların yer aldığı bir aydır. İslam'dan önceki semavi dinlerce de değerli bir zaman dilimi olarak kabul edilmiştir. Muharrem ayı, İslam kültür tarihinde önemli yeri olan bir zaman dilimini temsil etmektedir. İslam tarihinin en üzücü olaylarından biri olan Kerbela olayı da bu ayda gerçekleşmiştir. Bütün Müslümanları üzen bu tarihi olay, tarihin hakemliğine bırakılmalı, müminler arasında soğukluğun ve kırgınlığın sebebi kılınmamalıdır. Bütün Müslümanlara düşen görev, tarihin güzelliklerini, yaşadığımız dönemin şartları içinde yeniden yaşamaya gayret göstermek, yanlış ve üzücü örneklerden ibret alarak, onların tekrar yaşanmaması için ne gerekiyorsa onu yapmaktır.''

Kaynak: www.timeturk.com - 08 Aralık 2010 Çarşamba - 13:50

O ŞİMDİ ASKERDE/ Fikret Uçar

90/4 tertip askerler birliklerine teslim olmak için ana kucaklarından asker ocaklarına yol almaya başladılar. Üzerinde sevinç ve üzüntülerimizi paylaşarak yaşadığımız cennet vatanımız, her karış toprağı şehit kanlarıyla sulanarak bizlere emanet bırakılmıştır.


Emanet, İslamî ve insanî bir özellik olup, insana sorumluluk yükler. Bu vatanın müdafaası, milli birlik ve beraberliğimizin tesisi, ülkemizin çağdaş ve teknolojik olarak gelişmiş devletler seviyesine ulaşması için her türlü gayreti göstermemizdir.


Vatanımıza bağlılığımızı, üzerimize düşen bu sorumlulukları kusursuz olarak yerine getirdiğimiz zaman göstermiş oluruz. Yüce dinimiz, vatana ve vatan sevgisine çok büyük önem vermiş, ecdadımız da bundan hareketle, “Ana gibi yâr, vatan gibi diyar olmaz” diyerek bu duyguyu en güzel şekilde ifade etmiştir.


Cenâb-ı Hak buyurur ki: “Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever. Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır.” (Mümtehine, 8,9).


İçinde çoluk, çocuk, genç, yaşlı, ihtiyar, kadın, erkek, vs. binlerce masumun yaşadığı vatan topraklarını muhafaza için çalışmak, askerlik eğitimi almak, bunun için nöbet tutmak, içerde ve dışarıda barışı korumak için çalışmakla beraber, gerekirse vatanını savunmak ve bunun için ölmek dînî bir terbiyenin getirdiği üstün ahlâkî faziletlerdendir. Dinimiz bundandır ki, bir Müslüman’ın vatanı için ölmesiyle, din için ve Allah için ölmesini bir saymıştır ve vatan için ölene şehitlik rütbesi vermiştir.


Uğrunda binlerce şehit verilmiş, binlercesi gazi olmuş vatanımız şüphesiz göz nurumuz, baş tacımızdır. Ve herkesin vatanı kendisi için aynı önemi haizdir. Vatan edinilmiş bir toprağa düşman gözünün eğri bakması bile o vatanda yaşayan herkese savunma hakkı verir. Vatan için ölmek bir borç olur, kaçınılmaz bir hal alır bazı durumlarda. Her milletin, uğrunda şehit vererek vatan edindiği toprakları koruması ve tehlike anında savunması en tabii hakkıdır. Toprağı vatan yapan sır da, toprağı savunma hakkı veren temel düşünce budur. Merhum Mehmet Akif Ersoy’un ifadesiyle,


“Sahipsiz olan vatanın batması haktır. Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.”


Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.), hicret esnasında Mekke’den ayrılırken Hezreve denilen yerde devesini durdurdu. Doğduğu ve çocukluk yıllarından beri yaşadığı yer olan mukaddes belde Mekke’ye son kez hüzünle baktı, baktı. Ve şöyle buyurdu:


“Vallahi sen bana Allah’ın yarattığı yerlerin en hayırlısı, Allah’ın katında en sevgili olanısın. Bana senden daha sevgili, daha güzel yurt yoktur. Çıkarılmaya zorlanmamış olsaydım, senden aslâ ayrılmaz, senden başka yerde yurt ve yuva tutmazdım.”


Atatürk'ün önderliğindeki Kurtuluş Savaşı, Türk Milleti'nin ve onun gözbebeği olan Türk Ordusunun kahramanlığını tüm dünyaya gösteren bir özgürlük destanıdır. Türk Milleti “7 düvel” diye tarif edilen düşmanların güçlü ve modern silahlarına ve yüksek donanımlı ordularına karşı tüm varlığıyla karşı koymuştur. Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nda kahramanca mücadele edip, düşman ordularına beklenmedik bir karşılık veren Türk Milleti'nin her ferdinin taşıdığı önemi, bir konuşmasında şöyle ifade etmiştir:


“Geçirdiğimiz bunalımlı günlerin şerefli kahramanlarını hep birlikte kutsayalım. Onlar arasında savaş alanlarında düşman silahıyla göğüsleri delinmiş bahtiyarlar olduğu gibi, ateşlerde yakılmış çocuklar, kadınlar ve ihtiyarlar vardır. Onlar arasında namuslarına saldırılmış kızlar vardır.

Onların arasında, yurtlarını yitirmiş aileler, yavrularını gömmüş analar vardır. Ve gene onlar arasında, bugün memleketlerine dönmüş gaziler vardır. Onlardan, şehitlik şerbetini içmiş olanların ruhlarına Fatihalar armağan edelim. Bu hareketi yapan bir ordunun babaları ve analarından oluşan ulusumuz, bütün dünyaya karşı en saygın ve değerli yeri kazanmıştır. Ulusumuz çekinmeden övünebilir ve ben, böyle bir ulusun, önemsiz bir kişisi olmakla en büyük mutluluğu duyuyorum.

Bu savaş alanlarında, benzersiz kahramanlıklar ve yiğitlikler göstermiş olan milletimizin her biri ayrı ayrı birer övünç sayfaları, bir destan oluşturan hareketlerini, en ulu duygularla ve saygıyla anıyorum.” Görüldüğü gibi bu cennet vatan nice bedeller ödenerek bize vatan olarak miras kalmıştır. Bu mirası yüce milletimizin şanına yakışır şekilde koruyup yüceltmek, milletimizi oluşturan fertlerin hepsinin üzerine düşen kutsal bir görevdir.


Mehmet'i askerlik yaşına basınca askere çağırdılar. Bütün köylü, onu davulla zurnayla, dualarla uğurladı.


Acemilik günlerinde, bölük komutanı askerlerin saçlarına, tırnaklarına, ellerine sık sık bakıyordu. Böyle bir kontrol gününde komutan, Mehmet'in ellerinin kınalı olduğunu gördü. “Eline niçin kına yaktın?” diye sordu.


Mehmet, “Bilmiyorum komutanım” dedi. “Anam yaktı bu kınayı.” Bunun üzerine, bu işin mahiyetini merak eden komutan. “Öyleyse anana mektup yaz. Benden de selâm söyle. Avucuna niçin kına yaktığını sor, öğren bakalım” dedi.

Mehmet, hemen o akşam mektup yazdı. Gelen cevapta şöyle diyordu. "Sevgili oğlum, mektubunu aldık. Hepimiz de çok sevindik. Avucuna yaktığım kınayı sormuşsun. Komutanına selâm söyle. Gözlerinden öperim. Hayır, duaları ederim. Allah hepinize güç kuvvet versin. Komutanına de ki; bizde üç şey için kına yakılır: Gelinlik kızlara kına yakarız, evine barkına sahip olsun diye. Kurbanlık koyunlara kına yakarız, Allah'a kurban olsun diye. Bir de yavrum, askere giden yiğitlere kına yakarız biz. Kına yakarız ki, vatana kurban olsun diye. Dedeni Balkanlar'da amcanı da Çanakkale'de kurban verdik. Gerekirse sen de bu vatana kurban olacaksın evladım." Bu cevap, komutanı çok duygulandırmış, gözleri dolu dolu olmuştu.

Asker bayrağını kuma dikmişler
Küçücük yârimi asker etmişler
Almışlar gitmişler bilmem n’etmişler
Güle güle hasret benden yar sana


Kapıda bağlıdır kınalı koçum
İzine gelirsen yar senin için
Sinemde saklıdır verdiğin saçın
Güle güle hasret benden yar sana


Bizim bayrağımız kanlı yazılı
Üzerinde ay yıldızı dizili
Askere gidenler körpe kuzulu
Güle güle hasret benden yar sana


Yaptıralım kahveleri hanları
Kaldıralım kasaveti gamları
Dolanır da yar sılaya gelirse
Kestiririm çifte kurbanları


Bu millet aynı duyguları muhafaza ettiği sürece Allah’ın inayetiyle hiçbir zaman kaybetmeyecektir. Askere giden bütün yavrularımıza sağlık, sıhhat, afiyet ve başarı dolu günlerle vatani görevlerini yüzlerinin akıyla yapıp ailelerine kavuşmalarını, başta anne ve babaları olmak üzere bütün aile fertlerine de sükûnet ve hayır dualarla Allah’a sığınmalarını salık veriyorum.

Sevgili gençler, siz komutanlarınızın verdiği görevleri bihakkın yerine getirmeniz gerekir ki, biz buralarda huzur içinde yaşayalım. Bu duygu ve düşüncelerle, tez gün ve saatte Allah yuvanıza ve ailenize kavuştursun. Allah kaza ve musibetlerden muhafaza eylesin. Mevlâ’mız, vatan hainlerinin şerrinden korusun.


Dualarımız sizinle, Allah’a emanet olun.


Fikret UÇAR
fikrethoca61@hotmail.com



Füze kalkanı ve BOP’ın memurları / Gazeteci Yazar: Ahmet Şefik Mollamehmetoğlu


Ezilen halklara ihanet etmek, Türk halkına yalan konuşmak!


NATO'NUN VARLIK NEDENİ


Portekiz’in başkenti Lizbon’da yapılan NATO zirvesinin en önemli gündem maddesi kuşkusuz ki, füze kalkanı sisteminin kurulmasıydı.


Bu olay neden dünya ve Türkiye için önemli?


NATO’nun Türkçe açılımı; Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü.


İkinci Dünya Savaşı sonrası, Sovyet Bloku’na karşı kurulmuş olan NATO aynı zamanda, Dünya sermayesinin ve onun en büyük organize gücü ABD’nin egemenlik stratejisinin silahlı gücü.


Türkiye de, sözde Sovyet tehdidi gerekçesiyle, DP döneminde 1952’de NATO’ya girdi.


Dünyanın çeşitli yerlerinde ve tabi Türkiye’de kontrgerilla-gladyo örgütlenmelerine de giden NATO, Sovyetlerin dağılmasından sonra, ‘’dünyanın her noktasındaki olayları bir güvenlik sorunu olarak gören’’ yeni bir anlayışa (konsepte) oturtuldu. Küreselleşme sürecinde ABD’nin Yeni Dünya Düzeni oluşturma hedefinin, bu hedefin en önemli projesi olan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’nin yaşama geçirilmesinin en önemli askeri ve stratejik dayanağı oldu.


Öyle ki, artık Ortadoğu, Ortaasya, Karadeniz, Afganistan başta olmak üzere birçok yerde ABD’yi değil, NATO’yu görüyoruz. Yani NATO, ABD (Bir ölçüde AB) ya da küresel sermayenin pis işlerinin ve gelecek hesaplarının meşru bir zemini haline getirildi.


YILDIZ SAVAŞLARINDAN FÜZE KALKANINA


ABD, artist başkan Ronald Reagan döneminden bu yana füze sistemleri ile ilgili kapsamlı çalışmalar yapıyor. ‘’Yıldız Savaşları’’ olarak bilinen ve ‘’Stratejik Savunma Girişimi’’ olarak adlandırılan bir proje üzerinde çalışıyor. Adı ne kadar savunma olsa da sistem, aslında kendisine karşı bütün seçenekleri geçersiz kılmayı ve dünyada tam bir askeri egemenlik sağlamayı amaçlıyor.


Dünya üzerinde bir kalkan olacak. Bu uzaydan yönlendirilecek. Bir saldırı anında devreye girip saldırıyı bertaraf edecek. Böylece stratejik ve askeri dengeden kesin egemenliğe geçilecek!


Bazı stratejistler, Sovyetlerin yıkılmasını, bu pahalı proje ile yarışa girmesine ve kaynaklarını bu iş için heba etmesine bağlar.


Sovyetler yıkıldıktan sonra ABD bu projeyi bir süreliğine askıya almış gibi göründü. Ama tabi ki devredışı bırakmadı.


HEDEF KİM?


Gelinen noktada, özellikle son birkaç yıldır bu füze sistemi ısıtılmaya başlandı.


Füze kalkanı, savunma amaçlı görünse ya da açıklansa da, aslında saldırı amaçlı ve düşman olarak kabul edilen unsurlara karşı tehdit içeriyor.


Kim ne derse desin füze sistemi, ABD’nin yeni egemenlik stratejisinin ve BOP’ın olmazsa olmazlarından.


Yakın hedef İran ve denetim dışı olan İslami örgütler. Uzak hedef ise Avrasya’da oluşan yeni güç merkezi; Rusya, Çin ya da Şangay İşbirliği süreci.


Bu projenin hedeflerinden birinin İsrail’in güvenliğini sağlamak olduğunu da unutmayalım.


İsrail Gizli Örgütü Mossad’ın haber sitesi olan Debka’da çıkan bir değerlendirmede, ‘’ABD Başkanı Barack Obama'nın, Türkiye'nin füze kalkanı anlaşmasında İran ve Suriye'nin tehdit olarak nitelenmemesi konusundaki talebine boyun eğerek, İsrail'e verdiği güvenlik garantilerinin değerini düşürdüğünü’’ belirtmesi, bunun en önemli kanıtı. Ayrıca ABD’nin bölgedeki bütün güvenlik varlıkları ile İsrail’in doğrudan bağlantısı bulunuyor.


TÜRKİYE'NİN SÖZDE İSTEKLERİ


ABD, NATO aracılığıyla bu füze sistemini önce Doğu Avrupa’ya yerleştirmek istedi. Ancak Rusya’nın sert tepkisi nedeniyle bu sistem güneye kaydırıldı; Karadeniz ve Doğu Akdeniz!


İşe bakın ki sistemin ulaşabileceği coğrafya, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin kapsama alanında.


ABD ile AKP Hükümeti arasında yapıldığı anlaşılan açık-gizli birçok görüşmede durum ele alınmış.


Kendini, BOP’ın eşbaşkanı ilan eden Erdoğan ve projenin gerçekleştirilmesinde yönetici rolü aldığı anlaşılan Gül için füze sisteminin yerleşmesinde herhangi bir sakınca yok. Ama kamuoyundan gelebilecek tepkilerin karşılanması, İslam dünyasında yaratılmaya çalışılan ‘’yeni kurtarıcı ve koruyucu Erdoğan’’ imajının zarar görmemesi için, sürecin sözde ‘’Türkiye’nin istediği bir yöne’’ oturtulması gerekiyordu.


İşte şu meşhur istekler-koşullar böyle ortaya çıktı. AKP’nin neredeyse tamamen teslim aldığı işbirlikçi ve yandaş medya tarafından büyük zafer gibi sunulan istekler, aslında fazla anlamı olmayan, hatta gülünç denilebilecek unsurlar içeriyor.


En dikkat çekicisi; hedef ülkenin belirtilmemesi ve düğmeye basma kararının Türkiye tarafından verilmesi.


BOP’un memurları Türkiye’yi aptal sanıyor?


Hiçbir zaman zaten açıkça hedef belirtilmez. Belirtmese bile biz, yakın dönem hedefinin İran olduğunu bilmiyor muyuz?


Ne diyor Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, ‘’Biz böyle durumlarda kedidir kedi deriz’’


Düğmeye basma kararını Türkiye verecekmiş. NATO Sözcüsü James Appathurai, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “NATO operasyonu söz konusuysa, düğmeye NATO basar” diyor.


Yani Türkiye’nin koşullarının kabul edildiği filan palavra!


TÜRKİYE İLERİ KARAKOL


Gerçekte olan şudur: AKP Hükümeti ve Gül bu kararla, Türkiye’yi BOP’ın üssü haline getirmiştir.


Türkiye; komşuları, komşu halklar, ezilen uluslar için bir tehdit haline dönüştürülmüştür.


Türkiye, küresel sermaye, ABD, AB ve İsrail’in güvenliği için, olası bir saldırı ya da tehdidi karşılayacak ön cephe yapılmıştır.


Türkiye bir ileri karakol haline dönüştürülmüştür.


Gelecekte Türkiye, bu anlaşmanın yaratacağı büyük stratejik, ekonomik ve politik sorunlar yaşayacaktır.


Bu anlaşma; bugün ülkeyi yönetenlerin hanesine utanç belgesi olarak yazılmıştır.


Abdullah Gül ne diyor: "NATO’nun prestijini biz koruduk, yanlış anlamaları engelledik. Türkiye’nin temel ilkelerini savunarak NATO’nun savunma örgütü olduğunu hatırlattık ve bunu pekiştirdik. Bu zirvede herkes bunu gördü"


AKP'nin de, Erdoğan'ın da, Gül'ün de NATO amaçlarının birer savunucusu olduğunu, NATO'nun çıkar ve prestijini koruma yolunda ülkenin çıkarlarını bile tartışma konusu yapacağını anlamak için başka söze gerek var mı?


İÇ POLİTİK YANSIMALAR


Ayrıca bu karar, AKP’nin ABD stratejilerine bağımlılığının yeni bir güven belgesidir.


Dolayısıyla bunun iç politikada birçok karşılığı olacaktır.


Siyasal baskının arttığı, yeni operasyonların sözkonusu olduğu, seçimlerden AKP’yi çıkaracak yeni oyunların tezgahlandığı zorlu bir dönem!


YAPILMASI GEREKEN


Kuşkusuz olması gereken, ABD üslerinin kapatılması, Türkiye'nin NATO'dan çıkması, ABD'nin nükleer füzelerinin derhal Türkiye'den çıkarılması, yabancı askeri güçlerin ülkeden defolup gitmesi..


Ahmet Şefik Mollamehmetoğlu
ahmetsefik@hotmail.com
viratrabzon.com

Hiç Böyle NAMAZ Kıldınız mı?

Hicri Yılbaşı 07 Aralık 2010: 01 Muharrem 1432

 
Şüphesiz ‘NAMAZ’ dinimizin direği ve Rabbimizin huzurunda olduğumuz ‘an’, Peki Namazımızı Rabbimize layık bir şekilde mi eda ediyoruz? Yani huşû ile namazımızı kılabiliyor muyuz? Eğer bu soruların cevabı hayır ise ya da Rabbimize layık daha da güzel bir NAMAZ kılmak için lütfen bu yazımızdaki maddeleri o ‘an’da uygulayın ve bundan önceki kıldığınız namazlar ile bu son namazınızı bir kıyaslayın.


Ama önce huşû kavramını ve ayetler ile nasıl Rabbimize layık bir namaz kılabiliriz onları dile getirelim. Huşû kelimesi; tevazu, alçak gönüllülük, Hakk’a boyun eğmek, korku ve sevgiden meydana gelen edebli bir hal anlamlarına gelmektedir.


ALLAH’ın (c.c) sonsuz güç ve kudret sahibi olduğunu bilen bir insan, O’nun her şeyden haberdar olduğunu bilir. Her nerede olursa olsun Rabb’ına karşı derinden saygı duyar. İşte huşu, bu derin anlayışın bir sonucudur.


Yüce Rabbimiz ALLAH, Kuran-ı Kerim’de namazın sadece şekilden ibaret olmadığı ve onun ruhunun kavranması gerektiği belirtilirken:
‘Onlar ki, namazlarında derin saygı içindedirler. (Mü’minûn Sûresi, 2) demiştir.


Yine Yüce ve Aziz olan Rabbimiz, bizlere namazın manevi boyutuna inmeyerek, yani O’nu görmüyormuş gibi namaz kılanlar, gösteriş ve desinler diye namaz kılanlar ile kıldığı namazı O’na layık olarak kılmaya çalışmayanlar için ‘Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar.’ (Maûn Sûresi, 4-5) buyurmuşlardır.


Peki, kıldığımız namazlarda nasıl huşû ile kılabiliriz? Bu sorunun cevabı tıpkı 5 vakit namaz gibi aşağıdaki 5 maddede saklı! Tabi bu 5 maddeyi uygulamadan hem maddi hemde manevi namazın tüm şartlarını yerine getirdiğinizi varsayıyorum.



1. Kuşkusuz kıldığımız namazlarda şeytan bize her türlü vesveseyi vermek için çalışır ve kıldığımız namazlarda hiç bir şekilde sevap kazanmadan ibadetimizi engellemeye çalışır. Bu nedenden dolayı namazdan önce:


Bu engeli kaldırmak için ihlas-felak-nas sürelerini anlamlarını düşünerek okumalıyız, hatta Ayet-el Kürsi’yide okumakta fayda vardır. Çünkü bu 3 sure bizleri şeytandan koruyan surelerdir. Kişinin ihtiyacına göre 2 veya 3 defa okunmalıdır.


2. ALLAH’ın verdiği nimetler karşısında, kendi hata, kusur ve günahlarımızı hatırlamak. Bugüne kadar yapmış olduğumuz günahları düşünürsek hesap günü geldiğinde göreceğimiz muameleyi anlarız.


3. Ve en önemlisi Namaza başlamadan önce (yani tekbir almadan önce) ölümü hatırlayıp, son namazımız gibi kılmalıyız. Yani artık ölüm meleği Azrail(a.s) gelmiş arkamızda bizim son namazımızı kılmamızı beklediğini düşünün!!!


4. ALLAH’a onu gözlerin ile görüyormuşsun gibi ibadet et! Eğer bunu yapamıyorsan en azından şunu bil ki O, seni görmektedir!


5. Elimizden geldiğince okuduğumuz surelerin anlamlarını bilerek kalpten okumak. En önemlisi de Fatiha Suresi’ni anlamını bilerek kalpten okumak!


Çünkü denilir ki:’Kalpten çıkan söz, kalbe girer ama dilden çıkan söz kulağı aşmaz.’


Şimdi gelin hadi bu 5 maddeyi uygulayarak namazımızı eda edin ve hiç böyle namaz kılmadığınızı görün...


Her şeyin en doğrusunu şüphesiz ALLAH bilir, Rabbim yar ve yardımcımız olsun!


Yayına Hazırlayan
http://www.1hafta1ayet.com/